Çeşitlilik ve uyum arasındaki dengeyi bulmak

Kültürlerarasi diyalog

Modern toplumda farklı kültürlerden insan grupları yaşamaktadır. Çok kültürlülük terimi böyle bir toplumu tanımlamak için ortaya atılmıştır. Kültürel farklılıklar genellikle dil, ulusal veya dini kimlikle bağlantılıdır, ancak diller, uluslar ve dinler arasında da önemli farklılıklar vardır. Bazen bunlar daha da büyüktür. Bir toplum olarak gerekli uyumu korurken çeşitliliği nasıl yaşayabiliriz? Cevap kültürlerarası diyalogdur.

Farklı kültürlerden gruplar arasındaki ilişki konusu yeni değildir. Farklı kültürlerden insanlar her zaman bir araya gelmiştir – bu bir araya geliş sadece ticaret ve seyahat yoluyla değil, aynı zamanda göç ve çok uluslu ve çok dinli ülkelerin varlığı yoluyla da olmuştur.

Özellikle Avrupa için, farklı kültürlerin karşılaşması basit bir tarihsel gerçektir: sadece Hıristiyanlık, aydınlanma ve diğer kaynaklarla bağlantılı ortak bir kimlikle birbirimize bağlı değiliz. Avrupa tarihi kültür ve sanat, bilim ve (üniversite) eğitim, ekonomi ve siyaset alanlarındaki temaslar olmaksızın düşünülemez. Bu durum, dünyanın diğer bölgelerinde de daha az ölçüde geçerli olabilir.

Farklı kültürlerden insanlar her zaman bir araya gelmiştir. Ticaret, seyahat, göç, çok uluslu ülkeler, kültür ve sanat, bilim, ekonomi ve siyaset yoluyla temas kurmuşlardır.

Diğer Kültürlerle Giderek Daha Fazla Temas Kuruluyor

Tarihsel olarak, daha eğitimli ve üst sınıflar, köylüler ve işçi sınıfları gibi sıradan insanlara kıyasla kültürler arasında daha fazla temas kurma eğiliminde olmuştur, tabiki farklı kültürler ve gruplar arasında da temas olmuştur.

Günümüzde, küreselleşme çağında, insanların büyük çoğunluğu farklı bir kültürle temas halindedir. Bu konuda 2008 Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı sırasında yapılan bir ankette (Flash Eurobarometer 217), AB Üye Devletleri nüfusunun üçte ikisi (%65) bir önceki hafta içinde farklı etnik, dini veya ulusal kökene sahip kişilerle temas kurduğunu söylemiştir.

Diğer kültürlerle düzenli temas artık çoğu kişi için olağan hale gelmiştir.

Asimilasyon, Uluslararası Kaynaşma Noktası ve Ayrımcılık

Batı medeniyeti ülkelerinin son zamanlarda giderek çok kültürlü hale gelmesinin en büyük nedenlerinden biri kuşkusuz göçtür. Dolayısıyla bu ülkeler “Göçmenlerle nasıl çalışılır?” sorusuna büyük önem vermektedir.

Geçmişte asimilasyon, göçmenlerin başka bir kültüre dahil olmasının tek yoluydu. Bu genellikle birkaç nesil boyunca gerçekleşmişti. ABD’de ise ‘’uluslarası kaynaşma noktası’’ yaklaşımı daha yaygındır.

Üçüncü yol ise ayrışma, yani diğerlerinden mekânsal ve kültürel olarak ayrılmadır. Ayrımcılık gönüllü (örneğin Amişler) ya da zorunlu (ırksal ayrışma/ayrıştırılma, gettolar) olabilir. Ayrıca, belirli kimlikleri uyarlayan ancak kısmen koruyan ortamlar olan ara biçimler de vardı.

Asimilasyon, adaptasyon anlamına gelen bilimsel bir terimdir – bir şeyin veya birinin giderek daha fazla başka bir şeye benzemesi süreci.
Ayrımcılık, belirli bir grup insanın kamusal yaşamın tüm alanlarında dışlanması veya dezavantajlı duruma düşürülmesi anlamına gelmektedir.
Bir istisna dışında, Slovenler tüm farklı ülkelerde az ya da çok hızlı bir şekilde asimile olmuşlardır. Bunun istisnası, birkaç nesil sonra bile Sloven kimliğini koruyan Arjantin’deki savaş sonrası mülteci Sloven topluluğudur. Dolayısıyla, önemli bir kısmı ikili bir kimlik yaşamaktadır: kendilerini Arjantinli ve Sloven olarak hissetmektedirler.

Çok Kültürlü Yaklaşım

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, büyük ölçekli göç bağlamı ve buna eşlik eden kültürel ve ideolojik değişimler, toplumda giderek artan çok kültürlü (multi-cultural) bir yaklaşıma yol açmıştır. Bu yaklaşımın yol gösterici değerleri çeşitlilik, eşitlik, hoşgörü ve genellikle saygıdır. İlginçtir ki, bu yaklaşım artık diyalog ve karşılaşmaya vurgu yapmamaktadır.

Çok kültürlü bir yaklaşımın yol gösterici değerleri çeşitlilik, eşitlik, hoşgörü ve saygıdır ve diyalog buna dahil değildir.

On yıllardır, çok kültürlü yaklaşım geliştirilmesi gereken bir yaklaşım olarak görülmüştür. Ancak, özellikle İngiltere, Fransa ve diğer ülkelerdeki ikinci ve üçüncü kuşak göçmenler tarafından gerçekleştirilen ayaklanmalar, isyanlar ve şiddet olayları bunun sınırlarını göstermektedir.

Bu yaklaşımla ilgili sorunun derinliği, Birleşik Krallık’taki ayaklanmaların ardından yapılan araştırmalarda açıkça ortaya konmuştur. Böylece Ted Cantle ve meslektaşları, çok kültürlülük politikasından kültürlerarasılık politikasına geçilmesi gerektiğini öne süren ilk kişiler oldular.

Ted Cantle ve meslektaşları tarafından Birleşik Krallık’ta yapılan bir araştırma, farklı etnik grupların mekânsal ve kültürel olarak büyük ölçüde birbirinden ayrıldığını ortaya koymuştur. Böylece paralel hayatlar yaşadılar: kültür, din, gönüllü çalışma, sanat ve diğer alanlarda aralarında neredeyse hiçbir temas yoktu.

Şehirlerde de mevcut olan bu kutuplaşma araştırmacıları şoke etti. Bu nedenle çalışma, etnik huzursuzluğun ana nedenleri olan son derece zayıf sosyal uyum (sosyal bütünleşme) ve daha derin sosyal bütünleşmenin yokluğuna işaret etmiştir. Bu nedenle, farklı kültürlerden gruplar arasında diyaloğu geliştirmek ve kültürlerarasılığı yaymak için bir dizi faaliyet önerdiler: sosyo-politik açıdan bu, çok kültürlülükten kültürlerarasılığa doğru bir kayma olarak ifade edilmektedir.

Kültürlerarası Yaklaşım

Çok kültürlü yaklaşımdan farklı olarak, kültürlerarası yaklaşım kültürler arasında temasa veya diyaloğa dayanır. Diyalog günümüzde pek çok çevrede yerleşmiş olmakla birlikte, kültürlerarası yaklaşım göç konusuna nadiren uygulanmaktadır.

Göçmenler başka bir ülkeye geldiklerinde farklı beklentilere sahip olurlar:

  • Asimilasyon: Bazı göçmenler yeni çevrelerine mümkün olduğunca entegre olmak ve yeni yaşam çevreleriyle bağlantılı yeni bir kimlik edinmek isterler.
  • Ayrışma: Bazı göçmenler kimliklerini korumak ister ve bu nedenle yeni çevrelerinden mümkün olduğunca ayrı yaşarlar.
  • Entegrasyon: Bazı göçmenler birincil kültürel kimliklerini geldikleri toplumun kültürüyle birleştirmek isterler.

Benzer şekilde, “ev sahibi toplum” tarafında da farklı eğilimler vardır: bazıları asimilasyon isterken, diğerleri ayrıştırma istemektedir: göçmenler ekonomik sistemin bir parçası olmalı, ancak aksi takdirde ayrıştırılmış ortamlarda yaşamalıdırlar. Diğerleri ise göçmenlerin entegre edilmesini istiyor.

İsteklerin ve stratejilerin çeşitliliği, toplumun sadece bir kısmının kültürlerarası diyaloğa açık olduğunu göstermektedir: göçmenlerin ve ‘yerlilerin’ asimilasyon veya mesafeli çok kültürlülük yerine gerçek entegrasyon arayan kısmı.

Kültürlerarası diyalog, gerçek entegrasyona kendini adamış toplum kesimlerine açıktır, asimilasyon veya ayrıştırma düşüncesinde olan toplumlara değil.

Kültürlerarası yaklaşım bu nedenle aşağıdaki özelliklere sahiptir:

  • Diyalojik: Farklı kültürlerden insanlar arasında gerçek (açık ve saygılı) diyaloğu teşvik etmek gerekir.
  • Vizyon ve Aidiyet: İyi bir sosyal uyum için, bir dereceye kadar paylaşılan vizyon ve aidiyet duygusu olması gerekir. Toplumların ortak yönlerine daha fazla odaklanılmalı, ancak çeşitliliğin değeri de kabul edilmelidir.
  • Güveni teşvik eder: İnsanların birbirlerine ve yerel ve ulusal kurumlara güven duymaları gerekir. Haklarını ve sorumluluklarını bilmeleri önemlidir.
  • Anlayışa dayalı: Kültürlerarası diyalog, karşılıklı anlayış ve empatiyi geliştirmenin ve daha önce bölünmüş toplulukları bir araya getiren yeni çözümler yaratmanın en iyi yoludur.
  • Yerel eylem: Kültürlerarası temasları teşvik etmek için aşağıdakiler çok önemlidir. Yerel düzeyde, gönüllü kuruluşlardaki faaliyetlerin yanı sıra eğitim ve kültür kurumlarının çevreye yönelik uygun tutumu.

Kültürlerarası diyalog, sadece “ötekine hoşgörü “den daha fazlasıdır; farklı kültürlere veya dünya görüşlerine sahip bireyler, gruplar ve kuruluşlar arasında açık ve saygılı bir temas ve değişimdir.

UNESCO’nun kültürlerarası diyalog tanımı, medeniyetler ve kültürler arasındaki diyaloğun karşılıklı anlayış ve saygıya, tüm kültürlerin haysiyetinin kabul edilmesine dayandığını vurgulamaktadır. Gerçek diyalog, toplumsal uyumun sağlanması, insanlar arasında uzlaşma ve halklar arasında barış için bir ön koşuldur.

Uluslararası toplumların çeşitlilik ve uyum arasında bir tür denge kurmaya ve bunu korumaya verdikleri önem, birkaç yıl önce Birleşmiş Milletler’in Dünya Medeniyetler Arası Diyalog Yılı’nı (2001) ve daha sonra da AB’nin Avrupa Kültürler Arası Diyalog Yılı’nı (2008) başlatmış olmasından da anlaşılmaktadır.

Her iki girişimin başlıkları, sadece farklı medeniyet ve kültürlerin varlığını tanımakla değil, aynı zamanda bunlar arasında bir diyalog ilişkisi kurma ve güçlendirme arzusuyla da ilgili olduklarını göstermektedir. Başka bir deyişle, sadece farklılıklara izin verme (tolerans) anlamında hoşgörü değil, birbirimizle aktif bir ilişki söz konusudur. Daha sonra göstereceğimiz gibi, bu vurgu çok kültürlülükten kültürler arasılığa geçişi iyi bir şekilde yansıtmaktadır.

Diyalog sadece farklı kültürler arasındaki farklılıkları hoş görme anlamında bir hoşgörü değil, aynı zamanda karşılaşma, birbirleriyle aktif bir ilişki kurma anlamına da gelir.

Avrupa ve Kültürlerarası Diyalog

Bir kıta olarak Avrupa her zaman birçok farklı halk ve ülkeden oluşmuştur, bu nedenle farklı halklar ve kültürler arasındaki ilişkiler sorunu Avrupa’da çok eskidir.

Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı sırasında, dönemin Kültürden sorumlu Komisyon Üyesi Jan Figel, Avrupa toplumlarının hoşgörünün ötesine geçerek farklı kültürlerden insanların paralel yaşamlar sürdüğü çok kültürlülüğe geçmeleri gerektiğini vurguladı. Çoğul kültürlerin diyalog içinde etkileşimde bulunduğu ve herkesin iyiliği için sorumluluğu paylaştığı kültürlerarası toplumlara doğru ilerlemeliyiz.

Dolayısıyla gerçek kültürlerarası diyalog üç temel unsuru içerir:

  • birbirlerini daha iyi anlamalarını sağlar ve ortak bir Avrupa kimliği bilincini güçlendirir; böylece özgürlük, katılım, eşitlik ve birbirine bağlılığı vurgular,
  • ulusal kültürel kimliklerin yeniden canlandırılmasını teşvik eder; ve
  • yeni yaratıcı başarıları teşvik eder.

Araştırmalar birçok insanın kültürlerarası diyaloğu bu şekilde anladığını ve hoşgörüden ayırdığını göstermiştir. Bu durum özellikle başkalarına açık olan ve aynı zamanda kendi geleneklerini korumak isteyen bireyler için geçerlidir.

Bu, 2008 Flash Eurobarometer 217’nin açık vatanseverlik olarak adlandırdığı şeydir. Sonuçlara göre, AB’nin “açık vatanseverlerinin” yarısından fazlası böyledir. Her dört AB vatandaşından biri kozmopolit, yani kendi geleneklerini korumaksızın başkalarına açıktır. Başkalarına açıklığa karşı olanların sayısı bunun yarısı kadar olup, toplam rakamada yaklaşık altıda birdir. Slovenya’da “açık vatanseverlerin” sayısı AB ortalamasının çok üzerinde olup üçte ikiden fazladır.

Kültürlerarası diyalogda diyalog kelimesi sadece iletişim anlamına gelmez. Bu, karşılaşmada ortaya çıkan ve hem insanların hem de farklı kültürlerin daha derin katmanlarına ulaşan özel bir ilişki biçimidir.

Diyalogda, ötekiyle sadece bireysel bir insan olarak değil, bir tarihi, bir kültürü, bir hafızası olan, farklı gruplara dahil olmuş ve kendi onuru olan biri olarak karşılaşırız. Bu nedenle vatansever bir yönelime sahip olanların kozmopolit bir kimliğe sahip olanlara kıyasla diyaloğa daha yatkın olmaları şaşırtıcı değildir. Milliyetçi, köktenci ve göreci tutumlar zaten diyaloga karşıdır.

Kültürlerarası diyalogda diyalog kelimesi sadece iletişim anlamına gelmez.

Avrupa Topluluğu’nun kurucu babası Robert Schuman, Avrupa’yı milletsiz değil, tam tersine milliyetçiliğe karşı olarak görüyordu. Schuman çifte vatanseverlik yaşadı: hem Fransız hem Avrupalıydı: kendi ulusuna olduğu kadar diğer uluslara da değer veriyordu. Schuman Deklarasyonundaki gibi yaratıcı bir çözüm bulabilmesinin en önemli nedenlerinden biri de muhtemelen budur. Bu nedenle 9 Mayıs’ta kutladığımız Avrupa Günü bize Schuman’ı ve onun inandığı diyaloğun gücünü hatırlatabilir.

Sanatta Kültürlerarası Diyalog

Birçok sanatçıda ve hatta sanatsal dönemde, kültürlerarası diyaloğun farklı şekillerde var olduğundan sözedilebilir. Bu kavram sanata ilhamın “kapısından” girer.

Avrupa sanatının tartışmasız en yüksek noktalarından biri olan Rönesans’a geri dönelim. Klasik Yunan sanatından esinlenilmiştir. Rönesans sanatçılarının, dönemin klasik Yunan kültürünün buluşmasından yarattıkları söylenebilir – sadece formları taklit etmek değil, ilham ve yeninin, hafıza ve yeniliğin bir sentezini yaratmak.

Bunun dışında, Sloven sanatçılar da dahil olmak üzere pek çok sanatçı müzik, güzel sanatlar, mimari ve diğer alanlarda diğer kültürlerle karşılaşmalarından ilham almışlardır. Örneğin, Prešeren’in hatırı sayılır eserlerini onun Almanca ile olan tanışması ve Čop aracılığıyla Avrupa sanatıyla tanışmasını dikkate almadan anlayamayız.

Aynı şekilde, ‘’Sloven İzlenimciler’’ de Fransız çağdaşlarının Slovenya topraklarındaki tekrarı ve kopyası olmayıp, ‘’izlenimci ilhamı’’ tipik bir Sloven tarzında uygulamaya koymuşlardır.

Slovenya’nın en büyük mimarı Jože Plečnik’in mimari yaratıcılığının birçok yönü benzer bir kültürlerarasılık damgası taşır.

Son Olarak: Neden Diyalog?

Kültürlerarası diyalog, insanları dışlayıcı kimlikler veya milliyetçi eğilimler temelinde bölme eğilimlerine ve görecelilik, nihilizm ve benmerkezcilik gibi karşı eğilimlere verilecek tek kalıcı yanıttır.

Diyalog, farklı kültürlerden insanlar arasındaki karşılaşmaları teşvik eder. Böylece bir yandan sosyo-kültürel uyumu ve temel ortak değerleri korurken, diğer yandan çeşitliliği teşvik eder. Başka bir deyişle, kültürlerarası diyalog, modern toplumların son derece ihtiyaç duyduğu çeşitlilik ve uyum arasındaki dengeyi koruduğu için toplumsal gerilimleri çözmenin bir aracı olarak görülebilir.

Kültürlerarası diyalog günlük yaşam düzeyinde de özel bir öneme sahiptir. Ayrıca, farklı kültürlerden insanların bir araya gelmesini teşvik ederek doğrudan güveni artırır ve böylece insanların birbirleriyle bağlantı kurmalarını ve yerel çevrelerinde ve daha geniş sivil toplumda birlikte çalışmalarını sağlar.